YAĞLI GÜREŞ VE KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞLERİNDE GELENEKSELLİĞİN KORUNMASI VE SORUMLULUĞU PANELİ AÇIŞ KONUŞMASI – ENDER BİLAR
Rahmetli Dr. Ratip Kazancıgil bir sözünde şöyle derdi:
“Edirne, insanı kendisine âşık eden bir şehirdir.”
Ressam Hasan Rıza ise bu kenti tanımlarken,
“Edirne, Memleket Değil; Tarih Kitabı” demiştir.
Kazancıgil Hocamız, son yıllarında sarı leke hastalığına yakalanmıştı. Bize sık sık şöyle derdi:
“Gözüm görmüyor, kulağım işitmiyor ama beynim çalışıyor. Onu bir türlü durduramıyorum. Edirne’yi düşünüyorum ama yazamıyorum…”
O zamanlar bu sözlerin anlamını belki tam kavrayamıyorduk. Ama bugün, onun bıraktığı kültür mirasının izinde yürürken ne demek istediğini çok daha iyi anlıyoruz.
Kazancıgil, Edirne’nin kültür aşısını Süheyl Ünver’den aldı. Edirne’yi Hafız Rakım Ertürle yaşadı, tanıdı. Yaşarken bu şehir için ürettiği eserlerle, yaptığı hizmetlerle adeta ölümsüzleşti. Gençlere bir rehber, bir yol arkadaşı oldu.
Bugün ben de kurucusu olduğum bu dernek çatısı altında, Edirne’ye hizmet etme; kültür ve sanat değerlerini ulusal ve uluslararası alanda görünür kılma çabasını sürdürüyorum. Yaşadığı evi “Dr.Ratip Kazancıgil Kültür Evi”ne dönüştürme heyecanım bu çabamın gayretleri olsa gerek…
Yakın çevremden sıkça şu cümleleri duyuyorum:
“Ne uğraşıyorsun bunlarla; Sana ne, karışma! Emekliliğin tadını çıkar!”
Ben ise bu şehir için düşünmekten, üretmekten vazgeçemiyorum.
Bu etkinlikle karşınızda olmanın mutluluğunu da bu yüzden ayrıca yaşıyorum.
Değerli misafirler, kıymetli katılımcılar,
“Hiç düşündünüz mü, bir şehrin sesi nasıl duyulur? Ya da bir geleneğin kalbi nerede atar? İşte Edirne’nin kalbi, her yaz Sarayiçi’nde, Kırkpınar Er meydanında atar…”
Nasıl ki insan ruhu duygularla, anılarla, değerlerle şekilleniyorsa, şehirlerin ruhu da aynı şekilde oluşur. Bir şehrin ruhunu; tarihinden mimarisine, musikisinden edebiyatına, yetiştirdiği insanlardan folkloruna kadar birçok unsur besler.
Eğer bu değerleri kaybedersek, elimizde sadece taş yığınından ibaret bir boşluk kalır. Ve hiçbir taş, yitip giden bir geleneğin yasını tutamaz. Çünkü şehirleri yaşatan da anlamlandıran da insan emeğiyle, aklıyla ve yüreğiyle inşa edilen bu mirastır.
Bugün burada, yağlı güreşi ve Kırkpınar Yağlı Güreşlerini konuşuyoruz. Ama esasen yalnızca bir spor dalı değil, onun çevresinde büyüyen kültürel dünyadan söz ediyoruz. Yağlı güreş, sadece bedenlerin mücadelesi değildir. O, geçmişten bugüne taşınan bir kültür zincirinin güçlü bir halkasıdır; bu zincirin en özel halkası ise Kırkpınar’dır. Çünkü; Türkiye’nin Başpehlivanının seçildiği alan Edirne Sarayiçi Er Meydanı alanıdır.
Kırkpınar, yalnızca Edirne’nin değil, tüm Türk milletinin ortak mirasıdır. UNESCO, Kırkpınar’ı sadece bir spor etkinliği olarak değil, insanlığın ortak somut olmayan kültürel mirası olarak tescillemiştir. Çünkü Kırkpınar, içinde hem geleneksel Türk sporlarını hem de toplumumuzun değerlerini taşıyan eşsiz bir kültürel yapıdır. Orada pehlivanlar sadece güçleriyle değil, dini ritüelleri, edep, erdem, sabır ve saygı gibi ahlaki değerlerle de sınanırlar.
Peki bizim asıl sorumluluğumuz nedir? Sadece bu geleneği yaşatmak mı? Hayır. Esas sorumluluğumuz, onu koruyarak, özünü zedelemeden gelecek kuşaklara aktarmaktır. Gelenek, yalnızca bir ritüelin tekrar edilmesi değildir. O ritüelin taşıdığı anlamı, kültürel değerleri ve tarihsel bağlamı yaşatabilmektir.
Bugün modernleşmenin getirdiği kolaylıklar ve popüler kültürün yüzeysel etkileriyle gelenekler ya dönüşmekte ya da ticarileşmektedir. Ancak Kırkpınar gibi kadim bir değeri, içini boşaltmadan, sadece bir gösteriye indirgemeden korumak hepimizin sorumluluğudur. Gelenekleri koruyalım derken onları dondurmak değil, yaşayan, nefes alan bir kültürel varlık olarak sürdürmek esastır.
Kırkpınar, sadece bir spor müsabakası değil, aynı zamanda kültürel bir mirastır. Asırlık bir geleneğin taşıyıcısıdır. Ancak gelenek, onu dondurduğumuzda değil; anlamını, değerini koruyarak yaşattığımızda canlı kalır. Modern zamanların içinde onun ruhunu koruyabiliriz — ama bu, ancak bilinçle mümkündür. Genç kuşaklara bu ruh nasıl aktarılır? Asıl sorularımız bunlardır.
Kırkpınar, yalnızca yılda bir yapılan bir etkinlik olmamalıdır. O, halkın hafızasında her yıl tekrarlanan bir kültürel buluşma zamanıdır; kolektif belleğin ve kültürel anlatının sahnesidir. Cazgırın duası, pehlivanın kispeti, davulun sesi, ağanın sorumluluğu, seyircinin beklentisi… Bunlar Kırkpınar’ın ruhunu oluşturan vazgeçilmez parçalardır. Bunları korumak, anlamını yaşatmak hepimizin görevidir.
Elbette burada yerel yönetimlere, sivil toplum kuruluşlarına, kültür kurumlarına ve akademiye büyük görevler düşmektedir. Fakat bu yalnızca kurumsal bir sorumluluk değildir. Bir şehrin kültürel mirasına sahip çıkmak, o şehrin insanlarının da görevidir. Çünkü bu tür değerlerin korunması, kent kültürünün gelişmesi ve kentlilik bilincinin güçlenmesiyle mümkün olur.
Bu çerçevede, Mayıs 2014 tarihinde kurulan “T.C. Edirne Belediye Başkanlığı Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi” çatısı altında Başkan Danışmanı unvanıyla yürüttüğüm sayısallaştırma projesiyle, Kırkpınar’a ait bilgi, belge ve fotoğraflar dijital ortama aktarıldı. Yıllara ve boylara göre güreş sonuçları ile Kırkpınar tarihinde görev alan pehlivan, cazgır, ağa, belediye başkanı gibi diğer aktörlerin özgeçmişleri kayıt altına alınarak bir veri tabanında toplandı ve çok dilli erişime açıldı. Tarafımdan kaleme alınan Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali Almanağı da üç cilt olarak Belediye Başkanlığı yayınları arasında yer aldı.
Bu bağlamda, bir asırdır Kırkpınar’a ev sahipliği yapan Sarayiçi’nin önemine değinmeden geçemem. Sarayiçi yalnızca bir mekân değil; bu köklü geleneğin yaşayan hafızasıdır. Kırkpınar’ı oradan taşımayı düşünmek, geleneğin ruhunu yerinden etmek demektir. Düşünün ki Adalı Halil’in, Koca Yusuf’un, Kurtdereli Mehmet’in peşrevleri, alın teriyle kazanılmış zaferlerin izleri hâlâ Kırkpınar’ın Er meydanındadır. Bu ruhu oradan koparmak, sadece fiziksel bir değişiklik değil, aynı zamanda derin bir kültürel kayıptır erezyondur.
Üstelik 664 yıllık bir mirasın hâlâ bir Kırkpınar Müzesi ile taçlandırılmamış olması da büyük bir eksikliktir. Bu eksiklik, geçmişe gösterilen vefasızlığın yanı sıra geleceğe dair sorumluluklarımızı da sorgulatmalıdır.
Kırkpınar’ı yılın sadece bir haftasında hatırlamak yerine, yıl boyu sürecek kültürel eğitimlerle, atölyelerle, belgesel projeleriyle yaşatmak mümkündür. Bu değerli mirası turistik bir metaya dönüştürmeden, özündeki anlamı koruyarak evrensel düzeyde tanıtmak da görevimizdir.
Kırkpınar’ı korumak, sadece geçmişe sahip çıkmak değil, geleceğimizi de şekillendirmektir. Çünkü şehirlerin ruhu, onların geleneksel mirasını anlamak ve sahiplenmekle korunur. Kırkpınar, Edirne’nin sadece tarihi değil, aynı zamanda geleceğidir. Bu geleceğin sorumluluğu ise hepimizin omuzlarındadır.
Edirne Kent Kültürü ve Bilincini Geliştirme Merkezi Derneği olarak, son üç yıldır Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali’nin ardından güreşseverler arasında gerçekleştirdiğimiz anket çalışmaları da bu sorumluluğun bir parçasıdır.
Edirne Tanıtım ve Turizm Derneği iş birliği, Edirne Belediye Başkanlığı’nın ev sahipliği ve Trakya Üniversitesi’nin akademik desteğiyle düzenlediğimiz bu panel, kentimizin kültürel mirasını gelenekselliğinin korunarak geleceğe taşıma konusundaki ortak bilincimizin bir yansımasıdır.
Dünü unutmamak, bugünü anlamak ve yarını inşa etmek için…
Geçmişte yaptığımız hataları yeniden yapmamalıyız. Edirne’nin kültür miraslarını yıkan, taşlarını satan, 1970’li yıllara kadar korunan Kaleiçi’nin tarihi dokusunun sit alanı ilan edilmemesinden kaynaklı betonlaşmayla yaşadığı yıkım, hepimize ders olmalıdır.
Çünkü bir kentin geleceği, geçmişine gösterdiği saygıyla şekillenir; geçmişine sahip çıkanların ellerinde ise geleceğe taşınır.
Bu bağlamda, “Her şey biter, Edirne bitmez.” diyen Süheyl Ünver’in özdeyişi, yalnızca bir söz değil; bu şehre duyduğumuz sevdanın ve taşıdığımız ortak sorumluluğun ta kendisidir.
Bugün kentimizin cadde ve sokaklarında yer alan kültürel miraslarımızın ve tarihi evlerin restorasyonlarıyla birlikte yürütülen sokak sağlıklaştırma çalışmaları ile Edirne Sarayı’nın ayağa kaldırılması sürecine tanıklık etmek, Edirne’nin kültür turizminin gelişmesine katkı sağlayacak önemli adımlardan sadece birkaçıdır.
Kırkpınar gibi asırlık bir geleneği yaşatmak da yalnızca bugüne değil, yarınlara karşı duyduğumuz sorumluluğun bir gereğidir.
Bu sorumluluğu hep birlikte, akıl, emek ve vicdanla taşımak dileğiyle, bu anlamlı panelin düzenlenmesinde emeği geçen tüm kurum ve kişilere teşekkür ediyorum.
Hepinizi sevgi, saygı ve kültürel miras bilinciyle selamlıyorum.
16 Mayıs 2025, Edirne Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi Küçük Salonda yapılan konuşma metnidir.
Bir yanıt yazın